2011/Ankara
 

Eski bayramlardaki anılar burnunuzun direğini sızlatıyor; çocukluğun masum heyecanı yüreğinizi titretiyor, el açması baklavanın şerbeti damlıyor üstünüze, bayram harçlıklarını sayıyorsunuz gizlice, amcanıza el öpmeye gidiyor ve şeker dolduruyorsunuz cebinize.

“Nerede o eski bayramlar!” cümlesini kuruyorsanız eğer, sizin de yaşınız kemale ermiştir.

“Kurban Bayramı’nda tembellik yapılmaz bu bayram, İş Bayramı,” derdi babam, rahmetli çok severdi kurban ritüelini. Sabahın erken saatinde kalkar bayram namazından sonra eve gelmez, kurbanın kesileceği yere gider, eve elinde kurbanlık etlerle dönerdi. Annem ise bir gün önce tutmaya başladığı orucunu, ciğer kavurması ile açardı. Babam kahvaltıdan sonra kurban etlerini parçalara ayırır; konu komşu, ihtiyaç sahiplerine dağıtma işi biz çocuklara kalırdı.  Kapıya gelen boş çevrilmez muhakkak bir parça kurbanlıktan verilir, Ünye Lokumu, baklava ve ayran ikram edilir, uzaktan bayramlaşmaya gelen akrabalara sofralar kurulurdu. Annemin açtığı su böreği, baklava ve yaprak sarması sofranın baş köşesinde yerini alır, şehriye çorbası, büryan kebabı ve pilav üçlüsünün endam ettiği kalabalık ve neşeli bayram sofrasına oturulurdu.

Kumaş mendil ve bayram harçlığını arife günü hazırlardı annem, babam da el öpmeye gelen akraba çocuklarına verirdi bayram sabahları. Çarşamba günleri kurulan kadınlar pazarından alınan süt mayalanır, yapılan yoğurtla da ayran çırpılırdı. Sürahilere itinayla konulan ayran, baklavanın yanında misafire ikram edilirdi. O günlerde pastaneden hazır tatlı, börek, pasta almak ayıp olarak değerlendirilirdi. Sofra bezi serili halının üstüne konulan hamur tahtasında oklavayı adeta dans ettirerek incecik baklavalar açardı annem, su böreği açmak, ocağın üstünde çevire çevire pişirmek ise ona göre çocuk oyuncağıydı.

Eskiden çok eskiden; komşular birbirine güven duyarken, kötülük almış başını gitmemişken, herkes herkesi potansiyel suçlu, sapık, hırsız, uğursuz olarak görmezken, ana-babalar çocuklarının can güvenliğinden endişe duymazken, cep telefonları çocukları içine hapsetmemişken, bayramlar bir başka kutlanırdı. Bayramlaşmaya kapıya gelirdi mahalledeki çocuklar, onlar için hazırlanan şeker ve harçlık verilirdi. Ellerindeki poşete itinayla koyarlardı şekerleri, harçlığı buruşturup ceplerine itiverirlerdi. Mahalledeki diğer çocuklara haber uçurulurdu; sadece şeker verip gönderen ile çikolatanın yanında harçlık da veren komşunun kim olduğu netleşir, o evin kapı zili akşama kadar susmazdı.

O zamanlar kimse, “Bayram tatilinde nereye gitsek?” derdine düşmezdi. Bayram demek; bayramın gereğini yerine getirmek, maneviyatını yaşamak, akrabalarla buluşmak, bayramlaşmak, kalabalık sofralarda muhabbet etmek, ana-babanın hayır duasını almak, mutlu ve neşeli olmak, konu komşuya ziyarette bulunmak, ihtiyaç sahiplerini hatırlamak, yardımlaşmak, hayır hasenat yapmak, birlik beraberliği iliklerinde hissetmek, ailene sıkı sıkıya sarılmak, Yaradan’a şükretmekti.

Kurban Bayramımız Mübarek Olsun.

0 Yorumlar