BİR ANNE KIZIN KANADA MACERASI
Banu Özkan Tozluyurt’un yedinci kitabı “Gitmek De Kalmak
Da Zor Geldiğinde” İstanbul-Toronto Hattı, Nemesis Kitap’tan Haziran ayında çıktı.
“Göçmeye cesareti olan belki yola çıkar ya da baştan vazgeçer.
Yaz sen, yazmak gözyaşı gibi rahatlatır...” diyerek bu kitabın doğumuna sebep
olan İclal Aydın kitabın önsözünü kaleme almış.
“Gitmek De Kalmak Da Zor Geldiğinde” kitabı, yurtdışında
yaşamayı hayatının hiç bir döneminde pek de düşünmeyen Banu Özkan
Tozluyurt’un, kızının eğitimi için Kanada’ya gitme kararı alması, eşinin
de desteği ile bu maceraya atılmasıyla anne kızın orada yaşadığı deneyimleri
anlatıyor. Toronto’da okul seçimi, ev, araba kiralama, satın alma, oturma izni,
sağlık sistemi gibi konularına da ışık tutuyor.
KİTAPTA
YAZDIKLARIM BENİM YAŞADIKLARIM VE TERCİHLERİM
“Yaşadığımız hayat kendi seçimimiz” diyorsunuz.
İki yıl boyunca acısıyla tatlısıyla bir çok deneyim ile dolu bir heybenin
içindekileri bizimle paylaşıyorsunuz adeta. Bu kitabın misyonu nedir, kimlere
ulaşmasını istiyorsunuz?
Son yıllarda ülkemizde çoğu insanın kafasında olan bir soru
“gitsek mi buralardan”. Kimi çocuğunun geleceği için kimi hayatını daha özgür
yaşamak kimi de daha güvende olmak için
bu soruyu zaman zaman soruyor. Bununla birlikte gidenlerden de artık dönsek mi
vatanımıza diyen çok. Bu kitabı tüm bu sorulara biraz fikir vermesi açısından,
gidip yaşayan biri olarak yazdım. Altını çizerek söylemek isterim ki kitapta
yazdıklarım benim yaşadıklarım ve tercihlerim. Doğru, yanlış diye
değerlendirilmemeli.
Yurtiçi
ve yurtdışı seyahat etmeyi farklı kültürleri, farklı yerleri keşfetmeyi sevdiğinizi
blog yazılarınızda ve yaptığınız programlarla görüyoruz. Ancak kitaptan
öğreniyoruz ki, her defasında yuvaya dönmeyi seven bir Banu varmış. Göçmen
olmak, gurbette olmak sizi nasıl etkiledi?
İlk aylar kendimi çok yalnız hissettim hatta herkes birbiriyle
dost, akraba sanki sadece ben ve kızım onlardan değiliz, yabancıyız gibi.
Üstelik Toronto bir göçmen şehri. Yaşayanların yüzde doksanı göçmen. Buna
ragmen köklerinden koparılmış ve bir yere ekilip tutunmaya çalışan bitki
gibiydik, kızım da ben de. Yurtdışına seyahate gitmekle yaşamak çok farklı. Biz
daha önce de Toronto’ya turist olarak gitmiştik ama sonunda hep vatanımıza
döneceğimizi biliyorduk. Gurbette olmak, sabretmeyi, sevdiklerimin kıymetini
daha çok anlamayı, ülkemizin ne kadar güzel olduğunun bir kez daha farkına
varmamı öğretti bana. İyi ki gitmişim.
ARAFTA
YAŞAYAN ÇOK TÜRK VAR KANADA’DA
“Geçmişi
bırakmadan gelecek kurulmuyor mu gerçekten de? Hangi yaşta gidilmeli, sıfırdan
bir hayat kurmak isteyenlere öneriniz ne olur?
Şöyle ki hem orada hem burada yaşamak çok zor. Biz İstanbul’daki
evimizi kapatmadık, zaten eşim İstanbul’da yaşamaya devam etti. Toronto’da hep
“olmazsa döneriz” düşüncesi bizi rahatlatıyordu ama bir yandan da oraya
bağlanmamızı etkiliyordu. Çok fazla kendimizi zorlamıyorduk. Ha bunun artısı mı
eksisi mi daha önemli bilmiyorum çünkü her şeyi kapatıp, satıp savıp gitseydik
bu kez bunalıma girebilirdik. Geriye
dönüşü olmayan yol diye düşünürsek bu beni daha çok korkutur.
Uzaklara gidip aklınız hep Türkiye’de olursa, her şeyi karşılaştırırsanız
ne orada ne burada oluyorsunuz. Böyle arafta yaşayan çok Türk var Kanada’da ve
çok da mutlu olduklarını söyleyemem. Yeni bir ülkede yeni bir hayat kurmak
isteyenlere önerim, Türkiye’yi silip atın diyemem tabii ama gittiğiniz yeri her
şeyiyle kabul edin ve orada bir gelecek yaratmak istiyorsanız oranın şartlarına
göre yaşayın. Burada yine aslında kişinin kendi seçimi devreye giriyor; neyi
seçiyorsanız onu yaşayın. Çünkü gittiğiniz yerin hiç önemi yok, siz kendinizi
götürüyorsunuz oraya. Kanada’ya gidip oradaki sakinliğe vurulup hala stress
düzeyi yüksek, öfke kontrolü olmayan, her şeyi herkesi yargılayan çok insan
gördüm. Geçmişini en ufak şekilde bırakmayan…
Klasik olacak ama gençken gitmek daha kolay. Üniversite
zamanı, yeni evil olup orada hayat kurmak, aile de yanında olacaksa ortaokula
başlarken gitmek ya da en kolay adaptasyon olarak çocukların okul öncesi
döneminde gitmek sanki daha doğru gibi. Şöyle söyleyeyim yeni evli bir çift ile
konuşurken onlara çok heyecanlı gelen arabaya benzini kendin koyma eylemi bana
zul geliyordu. Ben belli yaşa gelmiş, hayatta pek çok şeyi deneyimlemiş, kalan
ömrünü daha çok yapmayı istedikleri şeye ayırmak isteyen biri olarak onların
keyif aldıklarından çok da keyif almıyordum. Bir de bugüne kadar kurduğunuz
çevre, ilişkileriniz, iş hayatında geldiğiniz nokta, kariyeriniz, her şeyi
sıfırlamak için gitmeyi ÇOK ÇOK ÇOK istemeniz, geçmişe bir sünger çekmeniz
gerek.
Yurtdışında okumayı bir çok kişi şans olarak değerlendiriyor ülkemizde. Çocukluk ve ergenliğe ilk geçişte evlatlarımızı yabancı bir ülkede yalnız bırakmanın doğru olmadığını ifade ediyorsunuz. Bu düşüncenizi biraz açabilir misiniz?
Yurtdışında okumayı bir çok kişi şans olarak değerlendiriyor ülkemizde. Çocukluk ve ergenliğe ilk geçişte evlatlarımızı yabancı bir ülkede yalnız bırakmanın doğru olmadığını ifade ediyorsunuz. Bu düşüncenizi biraz açabilir misiniz?
Özellikle ergenlik döneminde gitmek zor. Şöyle ki; ilkokulda
gitse bir çocuk ya da okul öncesi; oyunla, oyun gruplarıyla, ailelerin bir
araya gelip oyun saatleri oluşturmasıyla çok kolay adaptasyon sağlıyor. Ya da
üniversiteyi kazanıp gelmek; hayata atılmaya başlamış, meslek için gelmiş, ne
istediği belli. Fakat ergenlikte gelince bir de geldiği yerde de yaşıtlarının
ergen olduğunu düşünürseniz, akıllar bir karış havada, kimse kimseyi
beğenmediği gibi iletişime de kapalılar. Öyle yeni gelene kucak açalım, aramıza
alalım biraz filmlerde oluyor. Tabii kişiden kişiye, bölgeden bölgeye değişir
mutlaka ama özellikle anaokulundan beri beraber okuyan çocuklar ortaokul son
sınıfta öyle kolay kolay aralarına almıyorlar hele de gelen bir yabancıysa… O
yüzden ergenlikte aileden birinin yanında olması önemli. Fazla boş vakit
olduğundan çocukların tehlikeli alışkanlıklar edinmesi ya da konuşacak, paylaşacak
kişi olmadığından bunalıma girmesi daha kolay. Böyle gençleri de görmedik
değil. Biz Toronto’da kızımla çok daha yakınlaştık, birbirimize çok fazla vakit
ayırdık. Tabii geldikten üç ay sonra kızım adapte oldu, arkadaşlıklar kurdu ve
sonrasında her şey normale döndü ama o süreçte ben yanında olmasaydım geri
dönüşü daha zor olan durumlarda kalabilirdik. Herkes bunu yaşayacak demiyorum
ama yaşanıyor bunu da bilmek ona göre eylem planları yapmak gerek.
KANADA’DA
İNSANLAR YALNIZ
Kanada,
yaşanılabilecek en medeni ülkeler arasında ilk sıralarda yer almasına ragmen orada
yaşayan Türkler’i, geleceğe yatırım yapan mevsimlik çalışanlara benzettiğinizi
söylüyorsunuz. Onların bir gün mutlaka ülkesine dönme hayali kurmaları sizi şaşırttı mı?
Yine diyorum yanlış anlaşılmasın, herkes bu durumda değil ama
benim çoğu tanıdığım Ege’de bir sahil kasabasında yaşlılık hayal ediyor. Çünkü
Türkiye’de ahbap, akraba, arkadaş ilişkileri daha samimi ve daha verici.
Kanada’da ve çoğu ülkede yaşlandığınızda bir huzurevinde hayatınızı devam ettiriyorsunuz
hele de çoluk çocuk yoksa. Çocuğunuz olsa bile kimseye yük olmadan üstelik
huzurevinde yaşıtlarınızla sosyal bir ortamda yaşamak oraların normali.
Türkiye’de ise yeğen, komşu bile kapınızı çalar size bakar anlayışı var. Benim
gördüğüm oralarda insanlar YALNIZ. Bir gün ülkeye dönme hayalleri o yüzden beni
şaşırtmadı.
Toronto’da
“Göçmen Kadının Günlüğü” programını yaptınız. Bu program sizin ruh durumunuzu
ve yaşamınızı nasıl etkiledi, size neler
kattı?
Hayatımın en güzel günleriydi. Sevgili arkadaşım Münire
ARMSTRONG zaten alanında çok iyi bir isim, yapımcı. Harika filmleri var. Bu
projeyi bana anlattığında dünyalar benim olmuştu. Turkuaz TV’de Kanada’da
Türkçe yayın yapan tek TV kanalı. Üstelik pek çok kadın hikayesi dinleyecektim
ve bunları kaleme alacaktım. O günler iyi ki gelmişim dediğim günlerin en güzel
tanığı. Çok şey öğrendim bu belgeselden ve kendimi işe yarar hissettiğim için
ruh halim bir anda düzelmişti.
DURU’YA
VERDİĞİ EN ÖNEMLİ ŞEY, ÖZGÜVEN VE CESARET
Türkiye’den
uzakta yaşamanın Duru’nun hayatına yaptığı yatırım, kattığı en önemli şey nedir? Döndüğü için
mutlu mu, ileride yurtdışında yaşamak gibi bir düşüncesi var mı?
Gitmeseydik çok şeyden mahrum kalırmışız öyle söyleyeyim.
Duru, hiçbir kitaptan, okuldan edinemeyeceği kazanımlar elde etti. Bir prenses
olmadığını, dünyadaki sıradan insanlardan sadece biri olduğunu, hayatın ona her
zaman toz pembe olmayacağını öğrendi. Türkiye’de yaşadığı konfor alanından
çıkarak, az para ile yaşamayı, soğukta -30 derecede yürüyerek okula gitmenin ne
olduğunu, kendini kabul ettirmek için kıyafete, paraya, pula ihtiyaç
olmadığını, karakter ve iletişim ile bunların yapılabileceğini öğrendi.
Ülkesine, ailesine, arkadaşlarına çok bağlıdır. 8500 km
uzakta özellikle babasından uzakta olmaya daha çok hazır olmadığını ve biraz
daha kalırsa vatana dönmesinin daha zor olacağını söylediği gün dönme kararı
aldım. Gittiği için de döndüğü için de mutlu benim gibi. Bazen kafası kızınca
keşke dönmeseydik diyor ama bunlar tepkisel. İleride yurtdışında yaşamayı
istiyor da istemiyor da, hala kafası karışık. Fakat hep şunu diyor; yurtdışında
yaşamanın ne olduğunu, neler yaşayacağımı biliyorum ve hiç korkmuyorum, çünkü
deneyimledim. O yaşadığım ilk üç aydan sonra artık hiçbir şey beni korkutamaz… İşte kızımıza verebileceğimiz en önemli
şey buydu, özgüven ve cesaret. Bundan sonra ne seçim yaparsa biz sadece onun
yanında olduğumuzu bilmesini istiyoruz ama karar onun.
Her
şeyini sıfırlayıp “hiç kimse” olmak hiç olmayı öğrenmek nasıl bir deneyim oldu?
“İnsanın kendi ülkesinde sevilmesiyle başka bir ülkede sevilmesi çok farklıydı”
diyorsunuz, bu cümle bana çok etkileyici geldi. Nasıl bir fark var?
Sokakta yürürken, kafeden içecek alırken size kimse
tanımayınca, hani o hep gittiğiniz market, kasap ile kurduğunuz diyalog
olmayınca kendimi YOK hissettim ilk başlarda. Alışmışım bana sorular
sorulmasına, yeni kitap var mı, eğitimler nasıl, Duru büyüdü gibi muhabbetlere.
Galiba İLGİ alamamak beni üzdü ilk başlarda. Bir de biraz yapay ilgi hissettim
ben oralarda, göstermelik. Herkese aynı soru; BUGÜN NASILSIN? Yanıtını beklemeden
de işleme devam etmek. Bir gün markette kasiyer bugün nasılsın dediğinde çok
berbat dedim ve öylece yüzüme baktı. O kadar, baktı ve devam etti. Evet vakti
yok, yoğun ama bir yüz ifadesi ile beni anladığını hissettirebilirdi. Dediğim
gibi bunlar benim gözlemlerim, doğru yanlış, var yok gibi değerlendirilmesin
sadece hayat oralarda da öyle toz pembe değil.
BİZ TORONTO’YU ÇOK SEVDİK, ÇOK GÜZEL ANILAR BİRİKTİRDİK
Toronto’da
yaşadığınız güzel anlardan birkaçı sanırım; Ankara Kitaplığı ve Sevim Önen ile
tanışmanız, Fazıl Say Konseri ve röportajınız, Nebil Özgentürk söyleşisi ve
Duru’nun gönüllü çalışması. Bu anılar sizde nasıl izler bıraktı?
İyi ki yaptım dediklerim. Blogum için pek çok yazı yazdım,
röportaj yaptım, Fazıl Say ile odasında sohbet Duru ve benim için çok
kıymetliydi. Sevim Önen, bizi oralarda temsil eden muhteşem bir Türk kadını. Biz
Toronto’yu çok sevdik, çok güzel anılar biriktirdik. Bu kişilerin de bunda rolü
büyük.
Gitmek
mi zor, kalmak mı? sorusuyla bitirmek istiyorum söyleşimizi. Kitabınızın ilk
röportajını bana verdiğinizden dolayı çok teşekkür ediyorum.
Hayat seçtiklerimiz ve vazgeçtiklerimiz arasında. Herkes bir
seçim yapıyor ve seçtiği hayatı yaşıyor. Her seçimin elbet bedelleri var.
Oraların da artıları eksileri var, buralarında. Önemli olan siz neyi ne kadar
tolare edebilirsiniz… Biz seçimimizi dönmekten kullandık, kimi zaman eksilerini
yaşıyoruz bu aralar çok fazla artısını yaşamakla beraber. Keşke herkesin imkanı
olsa ve bir süre gidip görme, kalma imkanı olsa kararını ona göre verse.
4 Yorumlar
çok güzel bir röportaj olmuş, kalemine sağlık...
YanıtlaSilçok teşekkürler
SilCanımın içi, seni o kadar seviyorum ki. Yazıların zaten muhteşem ama bu röportaj benim uğurum olacak inanıyorum.
YanıtlaSilBen de seni seviyorum Banucuğum. İnşallah güzel olur her şey uğurlar olsun
Sil