Yıllardır sosyal medyadan takip ettiğim, ilk olarak blog yazılarıyla daha sonra, instagram sayfasındaki yazıları, fotoğrafları ile ruhumu okşayan, zihnimi açan çok değerli dostum yazar Mümine Yıldız, kendi tabiriyle “göçebe ruhlu, üç çocuklu bir anne, doğanın nefesine, kâinat tekkesine tutkun bir mecnun” sosyal medyadaki son paylaşımı beni çok etkiledi, onun bu çağrısına kulak vermeye ne dersiniz?

 

Bıhi,

Dünya yeni bir çağa/boyuta girdi, giriyor; bu sancılar ondan, diyenler oluyor. Hep aklıma gelen de şu; iyi de ifşa olacak, kötü de. İşte birer birer hatta iç içe kötülüklerin ve kötülerin ifşasına tanık oluyoruz. Çok kötü bir çağda yaşıyoruz sanılıyor; aslında hep yok muydu kötülük? En basit örnek; Batı Medeniyeti(!) zulümle inşa edilmedi mi? Fakat öyle güzel süslediler ki ön perdeyi, öyle güzel cilaladılar ki pencereyi, öyle güzel sakladılar ki içeridekileri, kandık. Daha doğrusu gözümüze soktukları oyuncaklarla kandırıldık; lüks, konfor, daha fazla mal, daha fazla ‘ben, ben’ ve benlik vs ile… Derin düşünmedik. Şimdi niyetler ayyuka çıkmış, eh bir zarar da görmüyorlar (şimdilik), haliyle ört pas etmeye gerek de kalmadı, zaten gözü açılanın da gözü açıldı, açılıyor; haliyle ayan beyan yapıyorlar kötülüklerini.

Kendi adıma söyleyeyim; freni patlamış kamyon gibi giden dünyanın içinde, sanki çaresizce sonu bekliyor gibiyim. İşte tam karanlığın dayatmak istediği düşünce şekli. Fakat geçen gün birden şu akla geldi: kötülük artmadı, sadece aşikâr oldu. Dehşete düşürmesi bakımından kötü bu ama aşikâr olması ve muhakkak ki hikmeti açısından iyi. Geçende hikâyede yazmıştım tüm bu dehşete ve kirliliğe rağmen ümitvâr olmak, ümitli kalabilmek belki de bu zamanın en büyük cihadı. Sanki büyük bir imtihan ki; bakalım tüm bunlara rağmen ümit besleyebiliyor musun iyiliğe, güzelliğe, der gibi.
 

Malum Müslüman her şey olabilir ama ümitsiz olamaz. O halde en büyük cihat; tüm korkunç haberlere ve olaylara rağmen Rabbe hüsnü zannımızı bozmamak ve ümit kesmemek.

Peki oturup bekleyecek miyiz? I-ıh, eylemsizlik öldürüyor bizi ve dibin dibine çekiyor. Yapılacak ne varsa yapmalı, yapmaya çalışıyoruz da fakat başka ne olmalı; en azından ümidi diri tutacak, iyileşmeye ve işe yarar kalmaya vesile olacak? Zira iyi olmazsak altında kalırız bu leş yığınının ne kendimize ve ne de çevremize faydası olmuyor bunun ve dahi kötülüğe ve karanlığa çalışanların en çok yapmak istediği şey de bu: korkuya, endişeye kapılmak ve karanlığa teslim olmak.
 Onların hamlesine karşılık bir şeyler yapıyoruz elbet lakin yetmez, iyi bir şeyler sunmak lazım dünyaya. Eminim dünya da can atıyordur buna. Tam bu düşünceler esnasında Heidegger’in şu sözü çıktı karşıma ve perçinledi hissettiklerimi, kendime her gün şunu söylüyorum;

“Sen kendi işini yap. Geri kalan ve büyük şeylerin bizden gizlenmiş kendi kaderleri vardır."

İşte bu noktada yine aklıma Damladaki Okyanus geliyor. Nasıl ki ilk çıktığında çığırından çıkmıştı yine dünya, yine öyle inançla, güvenle sarılmalı iyiliğe güzelliğe… Bunca kötülüğe karşı; birine selam vermek, gülümsemek, yerden bir çöpü almak, bir banka kitap bırakmak, bir fidan dikmek, bir yetim sevindirmek belki çok küçük, belki çok nahif kalıyor; değil! İyilik güzellik zariftir zaten ama zarafetin gücü de az değil. Her şeye rağmen değil! Üstelik iyilik güzellik sahipsiz değil, sahibi Hakk’tır ve bir samimi niyet dünyayı yeniden oynatabilir. Evet modern dünya bu adımları küçük sayıyor ama değil, öyle olsaydı alemlere gönderilen yüce Efendimiz (s.a.s.) yerden bir taşı kaldırmanın bahsini eder miydi?


Gelin o zaman bir şeyler yapalım. Mümkünse 40 gün, ki içselleştirelim:
Önce niyet edelim. Kötülüğe karşı bir iyilik bırakma niyeti. (Bunu derken hep kristal, ışıl ışıklı bir top beliriyor gözümün önünde. Kötülüğe taş atar gibi, al sana der gibi.)
Her işimizi evrensel boyuta taşıyarak niyet edelim. Evimizi mi süpürüyoruz; görünürde evimizi, görünmezde dünyanın kirini de süpürmeye niyet edelim, bir çocuğu mu sevindiriyoruz; o bir çocuk üzerinden dünyanın tüm çocuklarını sevindirmeye niyet edelim.
Şükür defteri tutalım. Herhangi bir defter olsun, illa hazır olana yazmak lazım değil. Her gün bir sayfa yazalım. Neden? En evvela içinde olduğumuz ve unuttuğumuz nimetlerin farkında olmak; şükrün iyileştiren ve ümit veren enerjisiyle dolmak için. Çünkü öyle bir halde ki dünya, sanıyoruz ki her şey kötü, değil. Yazdıkça daha çok farkına varacağız bunun. Hele bir deneyelim.
Birbirimize dua etmeyi alışkanlık haline getirmeliyiz” çünkü çok ihtiyaç var. Yolda, sokakta, hastanede, kafede, otobüste, sosyal medyada, nerede karşımıza kim çıkarsa dua edelim o insanlar için ve zor da olsa, yapay da gelse gülümseyelim. Çünkü Allah, kullarının birbirine güleç yüzle bakmasını sever. Ne dersiniz? Var mısınız üzerimizdeki ataleti ve rehaveti atalım ve ışıklı toplarımızı fırlatalım?

 

Kaynak: instagram.com/mu.mineyildiz

4 Yorumlar

  1. Çok severim Mümine Hanım'ı... Çağrısı çok kıymetli

    YanıtlaSil
  2. evet yaa nbizler niyet ederiz yaparız da bunu cahillere öğretmeli sahiden de :)

    YanıtlaSil