(Foto: Evimizin Prensesi Mercan)

Bir hayvana, bir insana yardım etmek için illa onu sevmek zorunda mıyız? Bu konuda düşünmemi sağlayan aşağıda paylaşacağım internette dolaşan bir diyalog, merak ediyorum acaba siz ne düşünürsünüz bu konuda? 

Bir kadın köpeğe yemek ve su veriyordu. Gülümseyerek “Köpekleri seviyorsunuz, ne kadar güzel” dedim. Kadın “Hayır” dedi, “hiç sevmem” afalladım kaldım. Devam etti: “Sevmem, ama bu onun ihtiyaçlarını karşılamayacağım anlamına gelmez. Bende fazla yemek var, onun karnı aç. Benim bahçemde su var, o susamış. Bunun sevmekle ne ilgisi var?” Şaşırdım kaldım; kadın düpedüz köpeğin Yaşama Hakkı’ndan söz ediyordu. “Sokakta bir adama araba çarptı. Yardım mı edeceğim, yoksa bu adamı sevip sevmediğimi mi düşüneceğim? Elin adamını niye seveyim? Düşmanım da olsa yardım ederim.” dedi. Haklıydı. Kadın bana sağlam bir ders verdi; Hayvan Hakları’nı “kendi sevgim” gibi bireysel bir kavram üzerinden ele almamayı öğretti. Hayvanlar sırf dünyada yaşıyor olmakla, buranın tüm olanakları üzerinde hak sahibi; dolayısı ile sırf “yaşayan bir canlı olmaktan kaynaklanan haklarını” talep ediyor ve ben de veriyorum.


Kediyle köpeği kendi emelleri uğruna evcilleştiren insanoğlu; onları severek, kendi hayvan severlik duygularınızı tatmin etmenize de gerek yok. Hayvana saygı duymanın, onu sevmekten daha önemli olduğunu öğrendiğimden beri bu böyle sevmesen de saygı duyacaksın.

Ülkemizde ilk kez 2004 yılında “Hayvanları Koruma Kanunu” çıkarıldı ve 2021 yılında değişiklik yapıldı. Bu Kanun; hayvanların rahat yaşamlarını, hayvanlara iyi ve uygun muamele edilmesini temin etmek, hayvanların acı, ıstırap ve eziyet çekmelerine karşı en iyi şekilde korunmalarını, her türlü mağduriyetlerinin önlenmesini sağlamak ve bu doğrultuda yapılacak düzenlemeleri, önlemleri ve tâbi olunacak cezaî hükümleri kapsıyor. Bu Kanunla “Hayvan Hakları” ne derece korunuyor, toplumsal bilinç ne kadar geliştirildi? Bu soruların cevabını sizin vicdanınıza bırakıyorum. İnsan olmak her canlıya değer vermek değil midir zaten? Canlı derken ağaçları ve doğayı da katıyorum bunun içine. Ankara’ya ilk geldiğim yıllardı, Yukarı Ayrancı’da bahçe içinde dört katlı bir evin ikinci katında oturuyordum. Büyükşehirde olup da, mahalle kültürünün hala sürdüğü bir yerdi bu semt. Ben balkonda çay içerken çocuklar sokakta top oynuyor, ben de onları izliyordum. Bir an için oyun dağıldı ve çocuklardan bazıları taş duvarın üzerine oturdu, daha hareketliler ise kaldırımda birbirleriyle şakalaşıyorlardı. Mahallenin yaşlılarından bir amca çocukların yanından geçiyordu. Aynı anlarda o yerinde duramayan çocuklardan biri sırtını yasladığı ağacın bir yaprağını dalıyla birlikte kopardı. O amca hiç tereddüt etmeden çocuğun saçını öyle bir çekti ki, hafif bir çığlık attı çocuk, onun çığlığı ile diğer çocuklar bakakaldı. Amca, hem benim hem de çocukların ömür boyu unutamayacakları şu sözleri söyledi; “Ben saçını çekince canın yandı değil mi? Sen hiç düşünmeden o ağacın dalını kopardın, ağacın canı acımadı mı sence? Doğaya, canlılara farkında bile olmadan böyle zarar veriyoruz, hiç olur mu?” Çocuklar mahcup bir halde önlerine bakarken, bu görmüş geçirmiş amca sokağın köşesini dönmüştü bile. 

Sevmek, saygı duymak, değer vermek, insani değerlerimizi kaybetmeden bir arada yaşayabilmek önemli bir meziyet. “Sevmesen de saygı duyacaksın” sözünü çok sevdim. 

ÜNYEKENT GAZETESİ

3 Yorumlar

  1. doğru tabii. biz sadece insan olmaktan gelen yaşama hakkımızı bile bilmiyoruz daha ülkece :)

    YanıtlaSil
  2. Ne güzel söylemiş. Aynen böyle olması gerekir zaten. Ama son zamanlarda saygıyı yitiren insan çok fazla değil mi? Bu beni korkutuyor.

    YanıtlaSil