70’li Yıllarda Misafirlik
Ayfer
Tunç “Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek” kitabında 70’li Yıllardaki
Hayatımızı anlatmıştı. Hayatımın ilk on senesiydi benim 70’ler; o günleri
düşününce sade ve samimi bir yaşam, annemin kabul günleri, sokakta oynadığımız
oyunlar, Yalı Kilisesindeki düğünler, siyah önlüğümün yakasındaki kırmızı
kurdelem, komşunun incir ağacından düşüşüm, alt komşumuzun kapısını çalıp
“Müsaitseniz annemler size gelecek,” deyişim canlanır gözümde.
Ayfer
Tunç şöyle anlatıyor 70’li yılların misafirliklerini ve misafir odalarını;
Haberli habersiz, eli boş-dolu ya da geç gelse de gelip beş dakika oturup gitse
de yatıya kalsa da başköşeye kurulup gitmek bilmese de misafir kutsaldı. Bir
evin bereketi olduğuna inanılır, her türlü kaprisi çekilirdi. İletişimin
günümüzdeki gibi yaygın olmadığı yıllarda her an, her durumda, her türden
misafir gelebilir, hepsinin kusursuz bir şekilde ağırlanması gerekirdi. Misafir
odasına alınması şart olmayan misafire, samimi misafir denebilirdi. Bu tür
misafirler teklifsizce gelip giderler, kendilerini ev halkına yakın
hissederlerdi.
Bu
tür misafirler genelde bizim kiracılarımız, yengemler ve teyzem olurdu; onlar
büyük mutfağımızda divanda otururlardı misafir salonunun kapalı kapısı onlar
için açılmazdı. Annem fasulye ayıklarken, yemek yaparken onlar bir taraftan el
işlerini yapar bir taraftan da muhabbet ederlerdi. Samimi misafirler bir
kahveye diye gelip akşama kadar da oturabilirdi onun yanında, ikindi çayında
yemek için salata, börek, kek yapılırdı.
Ağır
misafirler öyle değildi, onların yanında bir işle meşgul olmak ayıptı, onlar
genellikle haberli gelirlerdi ve evin yasaklı bölgesi olan misafir odasına
alınırlardı. Onlar bizim için Ayşe Hanım Teyze ve Ali Bey Amcaydı geldiklerinde
ellerini öpüp kolonya dökmek evin kız çocuğu olarak bana düşerdi. Sonrasında
ise misafirin yanında oturmak ayıptı, gelen misafirin çocuğuyla içeride oynamak
gerekirdi, misafir çocuğunun anne babası rahat rahat konuşsun otursun diye onu oyalamak
biz çocukların işiydi.
Abim
ve kardeşim ile tüm oyuncakları önüne dökmek mi istersin, koridorda top
oynamak, saklambaç oynamak misafir çocuğu eğlendirmek üzere tüm hünerlerimizi
sergilerdik. Abimin çocukluktan kendini gösteren sanatçı ruhuyla Hacivat
Karagöz oynattığı o sahne ise aklımdan hiç çıkmaz.
Misafir
odaları evin en iyi döşenmiş en büyük odasıydı. Misafir gelmedikçe kapısı
açılmaz, kışın sobası yakılmazdı, temizliğine çok önem verilirdi, en iyi
perdeler buraya takılır, çerçeve içinde aile fotoğraflarının, seramik ve gümüş
bibloların, süs eşyalarının bulunduğu vitrin bu odada olurdu. Salon iki odadan
oluşurdu aradaki camlı bir kapı iki yana açık dururdu o araya sarmaşık canlı
bitki konulmuştu, devetabanı ve fil kulağı da salonu süsleyen yeşil yapraklı
çiçeklerdi. Salonun bir odasında babaannemden kalan XV. Louis klasik oymalı
kahverengi oturma takımı ve mermer yuvarlak yemek masası, diğer odasında bordo
kadife etekleri püsküllü rahat oturma takımı, orta sehpanın üstünde özenle
yerleştirilmiş her marka sigaranın bulunduğu gümüş gondol ve masa çakmağı
olurdu.
Misafire
izzeti ikram çok mühim bir meseleydi; önce kolonya ve şeker tutulur, sonrasında
evin hanımı “kahvenizi nasıl alırsınız” sorusunu yöneltir, kahve yaparken bir
taraftan çay suyunu koyar, kahve servisinden bir müddet sonra çay ve pasta
servisi yapılır, meyve ikramı yapılmadan misafirin kalmasına müsaade edilmezdi.
Hatta meyveler mutfakta anneler tarafından dilimlenip çatalla ikram edilirdi.
“Yedi,
içti kaçtı demezseniz biz müsaadenizle kalkalım” diyen misafirlere “tabi nasıl
isterseniz” denilmez aksine, vaktin daha erken olduğuna, misafire daha
doyulmadığına ilişkin cümleler sarf edilir ve ziyaret kısa sürdüyse “bunu
saymayız” denirdi, misafir de karşılığında “sıra sizde” derdi.
alla-
ha-
ısmar-
ladık.
Oğuz
Atay
Tutunamayanlar
Kaynak:
LUGAT365
1 Yorumlar
bu kitabı bütün aile büyüklerine okuttum :)
YanıtlaSil