CANAN TAN RÖPORTAJI-PEMBE VE YUSUF
CANAN TAN’IN SON ROMANI “PEMBE VE
YUSUF”
ÏÇOCUK GELİNLER, TÖRE CİNAYETİ, AİLE
İÇİ ŞİDDET KONULARINA PARMAK BASIYOR


Pembe ve Yusuf, toplumumuzun
tüm açık yaralarına tuz basıyor sanki; Çocuk Gelinler, Töre Cinayetleri,
Kırsaldan Kente Göç, Aile İçi Şiddet. Romanı okurken, tüm bu kapanmaz
yaraların, yaşadığımız coğrafyanın değişmez kaderi olduğu gerçeği suratımıza
bir şamar gibi çarpıyor.
Kadınların dünyasına
kapı aralıyor Canan Tan bu kitabında. Kız olarak doğduğu için babası tarafından
nefret edilen ve bunun cezasını ömür boyu sırtında bir yük gibi taşıyan
kadınlar, kız evlat doğurmanın büyük bir suç olduğu sanrısındaki kadınlar,
koca, kaynana baskısı ve zulmü ile karşı karşıya olan kadınlar, kısır olanının
üstüne kuma getirmenin normal sayıldığı kadınlar, namus ve töre uğruna
öldürülen kadınlar. Zehra, Keder, Fidan, Pembe…
Fatma ERDEM: Romanda,
Diyarbakır’dan İstanbul’a göç eden Keder ve ailesinin hayatını, yöreye özgü örf
ve ananeleri anlatmanız oraların insanını çok yakından tanıdığınızı
düşündürüyor bize. Sizin de genç yaşta gelin olarak Ankara’dan
Diyarbakır’a gelin gittiğinizi biliyoruz. O zamanlardan gözlemlediğiniz olaylar
ve kişilerden mi esinlendiniz romanı yazarken?
Canan TAN: Yalnız
son kitabımda değil, yazdığım bütün öykü ve romanlardaki karakterler, okurun
çevresinde karşılaşabileceği türden, yaşamın içindeki insanlar oldu hep.
Kimilerini bire bir tanıdım; kimileri ise bir yanı hayal gücüne dayalı, diğer
yanı gerçek birer sentez.
Doğrudur;
özellikle Piraye ile Pembe ve Yusuf’ta Diyarbakır’da kaldığım
yılların payı büyük. Büyük şehirde öğrenim görüp Doğu ve Güneydoğu’ya gelin
gitmiş, çocuğu olmuyor diye ya da erkek çocuk doğuramıyor diye üzerine kuma
getirilmiş gelinleri gördüm. Çocuk gelinler, şiddet gören ya da cinayete kurban
giden, intihar etmeye mecbur bırakılan kadınlar… Bizim kadınlarımız! Onları
yazmasam olmazdı.
CİNAYETİ
MEŞRU KILMAYA ÇABALIYORLAR
F.ERDEM: Birleşmiş Milletler verilerine göre,
dünyada her yıl büyük çoğunluğu kadın olmak üzere, en az beş bin kişi 'töre' ve
'namus' gerekçeleriyle, aileleri tarafından öldürülüyor. Günümüzde
sadece kırsal kesimde değil, kentlerde de rastlıyoruz “Pembe ve Yusuf”ta
bahsettiğiniz kadın hikâyelerine. Sizce bu gidişe nasıl bir dur denilecek?
Toplumsal bilinçlendirme neden bu evlere ulaşamıyor?
C.TAN: Töreler, yaşam biçimimizi şekillendiren, Türk toplumunun
gizli anayasası. Âdetlerimiz, gelenek göreneklerimiz... Onları yok sayamayız.
Ancak töre’nin içinde cinayet yok! “Yaratılanı sev, Yaradan’dan
ötürü” der törelerimiz. Ancak işine gelen, “Namusu temizleme” kalkanının
arkasına sığınarak cinayeti meşru kılmaya çabalıyor. Namusunu temizlemeye
çalışırken, ne kadar kirlendiğinin farkında bile değil...
Bu gidişe dur demek son derece güç ne yazık ki. Beylik laftır,
“Her şeyin başı eğitim!” deriz ya, toplumsal bilinçlenmenin tek yolu da
eğitimden geçiyor. Ve bizler özlenen bilinç seviyesine ulaşmaktan çok uzak bir
noktada, çaresizce debelenmekteyiz.
KADIN CİNAYETİNİ YAZMADAN EDEMEZDİM
F.ERDEM: “Issız Erkekler Korosu” kitabındaki karakterlerden biri
olan Yedekçi Yusuf’un sızılı hikâyesini gördük bu romanda. Size gelen okuyucu
tepkileri nasıl oldu, Yusuf’un gelecek hayatına dair yeni bir roman yazmayı
düşünüyor musunuz?
C.TAN: Yusuf’un hikâyesi, Issız
Erkekler Korosu kitabımdan önce tasarlanmıştı. Sert bir hikâyeydi.
Romanlaştırma konusunda, uzun süre kararsız kaldım. Ama her gün bir başka kadın cinayetinin yaşandığı bir ortamda
yazmadan edemezdim.
Yalnız kadınların değil, erkelerin de ezilebildiğini, acı
çektiğini, hatta bedensel şiddet gördüğünü anlatıyordu bu kitap. Yusuf da
âdemoğlu Pansiyon’daki fasıl gecesine katılan erkeklerden biriydi. En genç
olanı, okurlarımın kendilerine en yakın bulduğu, “Ne olacak bu gariban oğlanın
hali?” diye sorup durduğu...
Şimdi de, sizin gibi, Yusuf’un öyküsünün devamı gelecek mi diye
soruyorlar. Aynı istek Piraye ve Yüreğim Seni Çok Sevdi romanlarım için de gelmişti.
Yanıtım: Hayır! Bir romandan çok sayıda karakter çıkabilir. Ama o karakterlerin
her birinden bir roman çıkarmayı kolaycılık olarak görüyorum. Okurun hayal
gücünde şekillenmeli daha sonra yaşanacaklar. Ve tadında bırakılmalı...
BU
SATIRLARI GÖZYAŞLARI İÇİNDE YAZDIM
F.ERDEM: “Çayları doldurdu Pembe. Bir yudum çay, bir lokma börek
tepsiler dolusu kahır! Sıra sıra dizildi boğazlarına…” Bu kahır, bu yük nasıl
hafifletilebilir, bu kadınlara nasıl yardım edilebilir?
C.TAN: Alıntı yaptığınız satırları gözyaşları içinde yazdığımı
itiraf etmeliyim. Keşke bu kahrı hafifletecek bir şeyler gelse elimizden. Kendi
adıma konuşursam, az da olsa üstüme düşeni yaptığıma inanıyorum ben. Bir tek
kişinin karanlık dünyasında küçücük bir ışık yakabilirsem, ne mutlu bana.
EVLİLİK
DEĞİL KÖLELİK
F.ERDEM: Polis Akademisi Suç Araştırma Merkezine göre Türkiye’de
evlenen her 3 kişiden biri 18 yaşın altında. Türkiye Çocuk Gelinler açısından,
Kongo, Afganistan, Uganda, Nijer, İran, Irak’tan sonra 7. ülke, Avrupa’da ise
1.ülke durumunda. Bu tüyler ürpertici durum hakkında neler söylemek istersiniz?
C.TAN: Dünya
üzerinde kabul edilen: 18 yaşın altında evlenenlerin, “çocuk gelin” ve “çocuk
damat” oldukları. Ancak Türkiye’de, 18 yaşın altında evlenen kız çocuklarının
sayısı, erkek çocukların 20 katı. %33 kadınımız “çocuk gelin”. Ergen olmadan
gelin oluyor kızlarımız. Yaşadıkları, “evlilik” değil, “kölelik”. 15 yaşın
altında hamile kalıp, gelişmemiş kavruk bedenleriyle doğum yapamayıp hayatını
kaybedenler de cabası.
Keşke yukarıda
verdiğiniz sıralamadaki gibi, bu konuda 7. Ülke olsak! 18 yaş altı evlilikler
kanunen yasak diye –ki o yasakları delmenin de yolları var- gerçek sayının çok
altında verilen rakamlar.
Keşke bu acı
gerçekle değil de, gurur duyacağımız başarılarımızla girebilsek o listelere...
EZİLENLERİN
KADERİ BU
F.ERDEM: Romanda, Keder’in annesinin düşüncelerini dile getirdiğiniz bölüm
çok etkileyici “gülmeyen kocanın yüzünü güldürmeyi başarabilecek miydi Keder?
Gülmeyi bilmeyen gülümsemeyi bile beceremeyen birinin yüzünü güldürmek,
dünyanın en zor işiydi.” Annesi bunu bile bile 14 yaşındaki Kederin evlenmesine
razı gelmişti. Neden
ezilenler kaçıp kurtulmayı ve kaderlerini değiştirmeyi hiç düşünmüyorlar?
C.TAN: Annesinin, Zehra’nın elinde olsa, kızını o yaşta evlendirir
miydi hiç? Hiç kimse ona sormamıştı ki! Sorsalar, adam yerine koyup
fikrini alsalar, Keder’in o yaşta evlenmesine asla razı gelmezdi!
Ezilenlerin kaderi bu... Ne kadar isteseler de kaçıp kurtulmayı
beceremezler. Nereye kaçacaklar? Nereye gidecekler? Nasıl değiştirecekler
kaderlerini?
Pembe de, “Gidecek başka yerim yoktu!” diyerek kaçtığı baba evine
dönerken, bile bile, kaderinin çizdiği o dönüşsüz yolda yürümek zorunda
kalmıyor mu?
ELLER KADİR KIYMET BİLMİYOR ANNE
F.ERDEM: Âdemoğlu Pansiyon’daki Fasıl Gecesinde şarkıların her
biri bir yüreğe dokunuyor. Herkesin bir hikâyesi, her hikâyenin de bir şarkısı
var. Sizin hikâyenizin şarkısı hangisi?
C.TAN: O fasıl
gecesi yalnızca erkekler için. Ezilen, horlanan, acı çeken, ağlayan, hatta
dayak yiyen... Kimi “Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır” sözü veriyor, kimi
“Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın” diye sitem ediyor, kimi de “Şimdi
uzaklardasın” diyerek, hiç dönmeyecek sevgililere sesleniyor.
Şarkıların hepsini
titizlikle seçsem ve her birinde bir şekilde kendimi bulsam da, benim o gecede
ne bir hikâyem var, ne de bir şarkım. Yalnızca uzaktan uzağa eşlik ediyorum
onlara.
Ama içlerinde bir
tanesi var ki, içimde tütüyor: Yusuf’un şarkısı!
Herkes, istek
şarkısı olarak Türk Sanat Musikisi üstatlarının eşsiz eserlerini seçerken,
“Eller Kadir Kıymet Bilmiyor Anne” diyor Yusuf. Ablasının, Pembe’nin
şarkısı. Ortama pek uymayıp arabeske
kaçsa da, yüreğinde yatan o...
TOPLU OLARAK OKUNUYOR KİTAPLARIM
F.ERDEM: Her yeni çıkan
kitabınızın çok satanlar arasına girmesinin sırrı nedir sizce?
C.TAN: Sır diye
bir şey yok aslında. Ülkemin hikâyelerini ve gerçeklerini yazıyorum ben.
Yaşamın içinden hikâyeleri... Sanırım kendinden bir şeyler buluyor okuyanlar ya
da aynı sınırlar içinde, ama farklı iklimlerde yaşananları roman ve öykü
diliyle dinliyorlar.
Kadın erkek her
yaştan, değişik eğitim düzeylerinde insanların aynı noktada buluşabilmesi bana
da ilginç geliyor inanın. Eğitim kurumlarında, asker ocaklarında,
hapishanelerde, askeri lise ve polis kolejlerinde... toplu olarak okunuyor
kitaplarım. Bana yaşattıkları mutluluk için minnet borçluyum her birine.
SOL ANAHTARI :YETENEK
F.ERDEM: Yazmaya sevdalı
olan ve bir gün sizin gibi çok satan kitapların yazarı olmayı hayal edenlere
tavsiyeleriniz neler olur?
C.TAN: Kendimden yola çıkacak olursam, öncelikle çok okumalarını
öneririm. Okumadan yazılmaz! Elimden kitap düşmez benim. Tam bir okur-yazarım
anlayacağınız.
Yanı sıra bıkmadan, usanmadan yazmayı denemek gerekiyor. Tabii
burada bir de olmazsa olmaz bir sol anahtarı var: Yetenek!
Bunların hepsi bir potada eritilirse... Neden olmasın?
Bu güzel söyleşi
için teşekkür ediyorum. Okur sayınızın katlanarak artması dileğiyle. Ve sıcacık
sevgilerimle…
Canan Tan
F:ERDEM: Bu samimi ve içten cevaplarınız için ben size teşekkür ediyorum.
TAVSİYE EVİ ve Tavsiye Melekleri ile tanışmam Sevgili Renan sayesinde oldu.
Renan, Canan Tan Hanımın kızı ve tavsiye evinin meleği. Tüm iyi niyeti ile bu röportaja vesile olduğu için teşekkürler.
Banu'ya da teşekkür ediyorum "İmza Karın" "İmza Ben" kitapları vesilesiyle çok değerli kadınlarla tanışma şansına eriştim.
8 Yorumlar
Zaten Canan Tan bu yüzden daha da değerli bu ülke için. Bizim gibi doğu kültürünün baskın olduğu toplumlarda kadına yapılanlar bence daha fazla dile gelmeli yoksa insanlarda bilinç oluşmayacak bir türlü. Üzülerek söylüyorum bunu ve az da utanarak kadın olmak zor erkekler yüzünden...
YanıtlaSilbu kitapla sanırım, içten içe kanayan bir çok yara gün yüzüne çıkacak. İlacıda, okuyup anlamak ve doğru olanı uygulamak olacak.
YanıtlaSilCanan Tan gibi seslerin yükselmesi dileği ile.
Hayırlı olsun yeni kitabı.
Sevgiler
Çok güzel bir röportaj olmuş. Toplumun kanayan yarası bu . Emeklerine sağlık röportaj için Maviannem ve Canan Tan'ın da kalemine sağlık :)
YanıtlaSilÇok güzel bir röportaj olmuş. topumun kanayan yarası bu. Emeklerine sağlık Maviannem ve tabii Canan Tan'ın da kalemine sağlık :)
YanıtlaSilÇok güzel bir röportaj olmuş eline, yüreğine sağlık.
YanıtlaSilÇok teşekkürler sevgili Fatma...
YanıtlaSilİnanın ben de çok etkilendim, ülkemiz de kadınlara karşı geliştirdiğimiz ön yargı ve baskı çok kötü!
YanıtlaSilFatma'cım eline sağlık canım röportajların yakında bir kitap oluşturacak kadar çoğaldı bence :) öpüyorum çok.
YanıtlaSil